14 Aralık 2012 Cuma

Kleopatra'nın Kızı/ Michelle Moran



Merhabalar, bestseller olmuş bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Bundan 1 ay kadar önce bu kitabı D&R indiriminden aldım. Aslında bu aralar sadece kafa yormayan beni dinlendirebilecek kitaplar arıyordum. Bu kitap çok iyi geldi.  Anlatılan dönem  Roma İmparatorluk Dönemi'nin başları olunca hemen aldım. Aslında bu kitabı okuyunca birçok şey öğrendiğimi ve bilmediğim şeyleri araştırma imkanı bulduğumu fark ettim. Yazar da anladığım kadarıyla tarihçi ve birçok kazıya katılmış biri. Çünkü o döneme ait zamansal kesitleri çok doğru şekilde verdiğini ve bu konuda bir hayli bilgili olduğunu gördüm. Bunun yanı sıra kitabın kurgusu da bir hayli iyiydi. Kitabı okurken yaşanan atmosferden dolayı Hellenistik Devir krallıklarına yeniden gitmemi sağladı. Seleukoslar, Ptolemaioslar o dönem yaşanan olaylar, savaşlar, kültür akımı. Neyse kitabın konusuna gelecek olursak, Ptolemaios Krallığının son temsilcisi olan 7. Kleopatra tarihçiler arasında güzel olmadığı söylense de bilinen bir gerçek var ki Kleopatra'nın çok zeki ve kültürlü bir kadın olmasıdır. Neredeyse 7 dil bilen, Hellence'nin yanı sıra Latince'ye de hakim ve kitap okuyan entellektüel bir kadın.  Kleopatra'yı bu kadar özel yapan ise Roma'nın iki önemli büyük ismiyle aşk yaşamış olmasıdır. Julius Caesar ve Marcus Antonius. Özellikle Marcus Antonius ile yaşamış olduğu aşk çok konuşulmuş. Marcus Antonius bu aşk yüzünden Roma'da bayağa tepki görmüştür. Birçok yazar onların aşkını yazmıştır. Shakespeare'ı bile buna örnek verebiliriz. Kitabın asıl konusu ise, Kleopatra'nın Marcus Antonius'tan olan çocuklarından biri olan Kleopatra Selene'nin yaşamı ve o dönemin Roma'sıdır. Kitap, Selene'nin Actium savaşından ve annesi ile babasının ölümünün ardından ikiz kardeşi Helios ve küçük kardeşi Ptolemaios ile Roma'ya götürülmesiyle başlamaktadır. Burada onları Mısır'dan çok farklı bir yaşam beklemektedir. Kadınların sadece evde geçen yaşamları, kendilerini çocuklarına adamaları, evin günlük işlerine hakim olmaları gibi. Kleopatra Selene için Roma her açıdan farklı gelirken, Mısır'daki yaşamını özlemekte ve Roma'da Mısır'ı hatırlatacak ve oradaki günlerine bağlı kalacak bazı izler aramaktadır. Agustus'a olan öfkesi zaman içinde geçmezken, bir gün Mısır'a geri dönüp annesinin krallığını tekrardan yönetebilmeyi daha doğru ikiz kardeşi Helios'un yönetebileceğini hayal eder. Bir gün Agustus'un onları geri yollayacağını düşler. Fakat yaşadıkları olaylar karşısında bunun olmayacağını fark ederek, Roma'ya ayak uydurmaya başlar. Bu konuda da Agustus'un kardeşi, Marcus Antonius'un eşi yani Kleopatra'nın üvey annesi Octavia'dan çok destek görür. Kitaptan açıkcası çok etkilendim. Aslında Agustus Dönemi'nin her açıdan çok zengin olduğunu gördüm. Mimar Vitrivius, Vergiulus, Horatius, Ovidius gibi önemli isimlerin onun döneminde yaşamış olması, Roma'nın yeniden inşaası, tuğla kaplı kentin mermer bir kente dönüştürülmesi, İmparatorluk dönemine geçilmesi bunların hepsi Agustus dönemine ait kesitler. Bu kitapta da bunlara da yer veriliyor. Aslında Roma'nın tarihi panoramik bir şekilde anlatılıyor. Film kesiti gibi. Ben okurken çok zevk aldım. Sizin de alacağınızdan eminim. Kitapta geçen kişilerin kimler olduğunu ise arkadaki notlarda açıklanmış. Herkese iyi okumalar.

Sevgiler

Bellanomisma

16 Kasım 2012 Cuma

Bizans Sultanı/ Selçuk Altun


Merhabalar, bu ay kitap klubu için Selçuk Altun'un Bizans Sultanı adlı kitabını seçtik. Selçuk Altun'un ilk okuduğum kitabı Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir isimli eseriydi. Bundan neredeyse 11 yıl önce okumuştum. O zamanlar kitap okuma amacım edebi zevk almaktan çok yeni şeyler öğrenmek, bilmediğim ülkelerde dolaşmak, tanımadığım yazarlarla tanışmaktı. Bu açıdan Selçuk Altun benim için çok doğru bir adres olmuştu.  Şu an o kitabı düşündüğümde sanırım konusundan çok bana katmış olduğu bilgileri hatırlamaktayım. Buket Uzuner'in kitaplarını da o dönemler belki bu yüzden seviyordum. Selin ve Cemle Yolculuklar isimli kitabında ne kadar yeni yazarla tanışmıştım.  New York Seyir Defteri isimli gezi kitabını okurken ne kadar heyecanlanmıştım. Fakat yıllar geçtikçe insanların algısı, istekleri ve beğenileri ister istemez değişiyor. Bu durumda insanoğlu için beklenen bir durum olsa gerek. Bu nedenle Selçuk Altın'un bu kitabını okuduğumda çok fazla bilgi vermesi beni biraz sıktı. Aslında konusu, kurgusu o kadar insanı çekiyor ki kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Ama arada verilen bilgiler belki konuyu ve bizans tarihi ile ilgili az çok bilgi sahibi olmamdan mı bilmiyorum beni biraz sıktı. 

Kitabın konusuna gelince, Olay, İstanbul'un tarihi semtlerinden biri olan Galata'da başlıyor. Galata'yı Galata yapan kulesiyle ilgili bilgi verilmesinin ardından tarihle içice geçen bir yolculuğa çıkıyoruz. Yeri geliyor Trabzon'a uğruyoruz, yeri geliyor Londra'ya, Los Angeles'a gidiyoruz bazen de İstanbul'a geri dönüyoruz. Kentler arasında yolculuk yaparken Bizans Tarihi'nde olmuş olaylara da göz atıyoruz. Kitabın kurgusu aslında çok enterasan, 11. Konstantin'in son kuşak torunu olarak bilinen kitabın baş kahramanı Halas isimli bir kişi olduğunu kurgusal olarak öğreniyoruz. Halas istanbulda doğmuş iyi bir eğitim almış bir kişi. Kitapta Halas'ın anne tarafından soyunun bizans imparatoruna dayanması bir hayli ilginç geliyor. 11. Konstantin'de bilindiği üzere Fatih Sultan Mehmet'e yenilen son bizans hükümdarı. Bazı kaynaklar imparator'un öldüğünü bazıları da kaçtığını söylese de kitapta bir torunu olduğunu kurgusal olarak öğreniyoruz. Halas bunu öğrendikten sonra dedesinin sırrını bulmaca misali çözmeye başlıyor. Bu sayede de bizi de bir  gezi turuna çıkarıyor. Halas Bizansla ilgili kitaplar, makaleler okuyarak bu konuda bilgi sahibi olurken, Bizans'ın önemli şehirlerinden olan İznik, Antakya ve Trabzon'a gidiyor. Selçuk Altun ara arada bizansla ilgili bize bilgiler vermeyi ihmal etmiyor. Kitabın bölümleri Yunan alfabesindeki harflerden oluşması çok hoş olmuş. Bu arada Bizans sülaleleri arasında en sevdiğim de son sülale olan Paleologoslar'dır. Bizans Tarihi'nin yanı sıra sanatına da baktığımızda ikonalarıyla çok renkli ve bir o kadar da geniş bir persfektife sahip bir kültür. Rönesansı başlatan daha doğrusu buna neden olan bir kültür. Bu nedenle Bizansı Roma'nın bir devamı olarak görmekten çok başlı başına bir uygarlık olarak algılamaız çok daha doğru olacaktır. Mor'un ihtişamı, o döneme ait yapılan kiliselerin görkemi aslında birçok şeyi açıklar niteliktedir. Tarih ile edebiyatın harmanlandığı ama günümüze de yansıltıldığı güzel bir kitap olmuş. Selçuk Altun'un bu kitabı tarihi bir roman değil tabiki ama arkada yararlandığı kitapların kaynakçasını verseydi biz okurlar için bir hayli yararlı olacaktı diye düşünmekteyim. 

Bu kitapta geçen Godot kelimesinin açılımı ile ilgili yaptıgı yorumla da Selçuk Altun kendi görüşünü belirtiyor ve yabancı basında bu görüşü edebiyatçılar tarafından kabul görüyor. Sanırım bir yazar için çok önemli bir adım olsa gerek. Bununla ilgili yazı için bk. http://www.edebiyathaber.net/godotnun-cozulen-sirrini-beckett-uzmanlari-kabul-etti/

Kısacası tarihi seviyorsanız, Selçuk Altun'un edebi dilini seviyorsanız okumanızı tavsiye ederim. Herkese şimdiden iyi okumalar.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Koleksiyoncu/ John Fowles


Merhabalar, bu aralar kitap okuma okusunda biraz kötüyüm. Bitiremediğim sayısını unuttuğum kitaplarım; kütüphanemdem, masamdan ve başucumun üzerinden bana göz kırpmaktalar. Bunlardan sonuncusu da Koleksiyoncu adlı kitaptı. Kendisi kitaplığıma teşrif edeli nereyse 6 ay oluyor. İki senedir aklımda olan kitabı geçtiğimiz günlerde okuyarak son noktayı koydum. Bu kitabı Sevgili Banu  okumam konusunda ısrar etmişti. Kendisi okumuş ve çok etkilenmişti. Kitabı okuyamaya başladığımda dilinin kurgusunun bir hayli yerinde olduğunu gördüm ama konusu açıkcası başlarda beni biraz sıktı. Kitap benim için Miranda'nın ağzından anlatılmaya başlanmasıyla çekilir bir hale geldi. Bu bölümde yazar vermek istediği mesajları Miranda'nın hayata bakış açısı üzerinden vermeye çalışmakta ve kızın yaşadığı bunalımı gözler önüne sermekte. Birçok yazarı ve ressamı da kitabın içinde buluşturması bir hayli güzeldi.

Kitabın konusuna gelince; Vergi dairesinde çalışan Clegg adında asosyal bir kişinin, tek taraflı platonik aşkı Miranda adlı resim öğrencisini kaçırmasıyla başlıyor. Aslında bundan öncesi de var. Clegg bu kaçırma işlemini bahisten kazanmış olduğu parayla şehrin dışında 1600 yıllardan kalma bir evi satın alıp içini restore etmesinden sonra kızı kaçırıyor ve bu evin mahzenine hapsediyor. Kitap da Stockholm sendromu durumuyla ne yazik ki karşılamamaktayız. Aksine kızın kaçmak için girdiği türlü oyunları okumaktayız. Clegg, Miranda'ya asla zarar vermediğini düşünse de kızda açmış olduğu ruhsal yaraların buna bağlı olarak bedensel hastalıkları fark etmemektedir. Kızın ömür boyu onunla yaşacağını eğer kız onu bırakıp giderse onsuz yaşayamayacağını düşünür. Aynı zamanda kızı serbest bırakırsa kendisini suçlayacağını ve bu konuda yargılanmak istemediğini de kitap boyunca okumaktayız. Clegg gibi duygularnı ifade edemeyen, assosyal bir insanın yapmış olduğu bu davranış aslında psikolojik olarak rahatsız olduğunu göstermektedir. Miranda'ya olan tutkusu, aşkı ve onu kaybetme korkusu Clegg'i işin işinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kelebek koleksiyonculuğu yapan Clegg'in Miranda'yı da bir kelebek misali koleksiyonları arasına kattığını kitabın çarpıcı sonunuyla bir kere daha anlamaktayız. John Fowles'ın ilk kitabı olan Koleksiyoncu, aslında birçok şeyi sorgulamamıza da neden oluyor. İnsan ruhunun karmaşıklığını da gözler önüne sermektedir. Kitap'da en sevdiğim bölüm Miranda'nın kendi ağzından anlatmış olduğu bölümlerdi. Kitabın sonu da bir hayli çarpıcıydı. Bu kitabın filmini de bir ara izlemeyi düşünüyorum. Herkese iyi okumalar. Sevgilerimle

Bellanomisma

30 Eylül 2012 Pazar

Yeni Sezon'u Piraye'de açtık.




Merhabalar, Haziran ayında yaz tatiline giren Kitap Klubümuz yeni sezon açılışını Piraye'de yaptı. Yazın buluşamasak da kitapları belirleyip okuduk. Bunlar arasında Italo Svevo'nun Zeno'nun Bilinci ve Bulgakov'un Üstat ile Margarita vardı. Ekip üyeleri birbirini özlediğinden kitapları tam detaylı konuşamadık. Gündem sorunları, tarih, arkeoloji, mimari, iş sorunları ve yurtdışı planları daha çok konuşuldu. Ekiptekilerin hemen hemen hepsinin farklı meslek grubuna ait olması, konuşulacak çok şeyin olmasına neden oluyor doğal olarak:) Paylaşımlar hem güzel hem de eğlenceli oluyor. Bu sene bildiğiniz üzere Dünya Edebiyatını bir kenara bırakıp, kendi topraklarımızın edebiyat kokan eserlerini okumaya karar verdik. Umarım güzel bir sezon geçiririz. Geçen sene okuduğumuz kitapların çoğu güzel çıkmamıştı. Bizim için bayağa sancılı bir süreçti. Üst üste ağır kitaplar okumak bizi çok yordu. Aslında tanımadığımız yazarları okumak bizim açıdan değişik bir tecrübe oldu ama bazen zorlandığımız anlar da oldu. 
Bu ayın ilk kitaplarını da seçtik. Bu ay iki kitap okuyacağız. Herkese hayırlı uğurlu olsun. Bu arada Anadolu Yakası'nda oturuyorsanız ve kahvaltı için güzel, leziz bir yer arıyorsanız mutlaka Piraye'ye gidin derim. Akşam yemek yemeğe gittiğimiz mekanın kahvaltısı da bir hayli iyiydi.  Hizmetin yanı sıra kahvaltı çeşitleri de çok güzeldi. :) Fiyatları da bir hayli iyiydi. Bol kitaplı günler dilerim.

31 Ağustos 2012 Cuma

Sonbahar'a 1 kala, bu ay okunacak kitaplar:)


Merhabalar, yazın şu son günlerine girmek üzereyiz ve benim en sevdiğim iki mevsimden biri olan sonbahar'a merhaba diyecek olmaktan dolayı çok mutluyum. Bu ay okumayı planladığım kitapları paylaşmak istedim. Hatta bazılarına başladım. Sevgiler.







18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bulgakov- Üstat ile Margarita


Kitap klubü için seçtiğimiz bu kitap ile ilgili söylemek istediğim tek şey okumakta neden bu kadar geç kaldığım oldu. Mihail Bulgakov, Stalin Dönemi'nde yaşamış ve bu dönemin kendi üzerine düşen yükünü taşımış bir yazar. Yazmış olduğu bu kitap ancak ölümünden 20 yıl sonra yayınlanmasına izin verilmiş ve 80 sayfası kitaptan çıkartılmış. 20. yüzyılın önemli yazarlardan biri olarak bilinen Bulgakov eşsiz anlatımı, kurgusu, roman içinde roman olgusu onu önemli bir yer edinmiş olmasını sağlayan özelliklerden sadece birkaçı. 

Kitap aslında iki bölümden oluşuyor. Biri geçmişte, diğeri ise Günümüze yakın bir tarihte geçiyor. Günümüze yakın dönemi anlatmış olduğu bölümde gerçek dünyanın içerisine fantastik öğelerin iç içe girmiş olduğunu görüyoruz. Aslında her şey şair İvan ile editör Berlioz'un İsa'nın ölüm kararı çıkartan Pontius Pilatus ve onun dönemini konuşmaya başladıkları sırada başlıyor. Prof. Woland kılığına girmiş Şeytan ona eşlik eden iki yardımcısı ve konuşan kedi Behemot  onların yanına yaklaşıyor ve  Woland'ın , şair ile editörün konuşmalarına katılmasıyla olaylar değişik bir hal alıyor. Artık Moskova bilindik bir şehir olmaktan çıkıyor. Ardı ardına esrarengiz olaylar meydana geliyor ve birçok kişi ortadan kayboluyor, akıl hastanesine kaldırılıyor, yaralanıyor ve içlerinden bazıları ölüyor.   Bulgakov fanstastik öğelerin olduğu enterasan olayları anlattığı bu bölümde aslında Moskova'nın Stalin Dönemi'nde yaşanan gerçeklerine vurgu yaptıgı bir nebze olsun anlaşılıyor. Kitabın ikinci bölümünde İsa'nın ölüm kararının Pontius Pilatius tarafından açıklandığı ve bu konuda valinin bir iç hesaplaşma içerisine girdiği bölümlerle karşılaşmaktayız. Kitabı okurken İsa'dan bahsedilmiş olduğunu  Pontius Pilatius'tan çıkardım çünkü kitapta İsa'nın isminden  Ha- Nastri diye bahsedilmekte bazı yerlerde de ise Yeşua diye söz edilmektedir. İsa'nın arapça adının Yeşua olduğunu bilmiş olsam da Ha-Nastri'yi bir an çıkaramamıştım. Bu kitaptan sonra hemen Jose Saramago'nun İsa'ya göre İncili'ini okudum. Bu kitabı biraz geç yazmış olmamın nedeni ise, kitabı kitap klubu üyeleriyle agustos ayı için seçmiştik ve ben kitabı temmuzda bitirince arkadaşlarımın okumasını bekledim. Sanırım birçoğu başlamıştır. Kitapta en çok sevdiğim bölümler ise Pontius Pilatus olduğu bölümlerle Üstat'ın anlatıldığı kısımlar oldu. Pontius Pilatus'un kendi iç hesaplaşmasını okurken Dostoyevski'nin unutulmaz karakteri Raskolnikov aklıma geldi. Bilindiği üzere Raskolnikov'u bu kadar ünlü kılan kendi iç hesaplaşması ve vicdan muhakemesiydi. Pontius Pilatus'u okuyunca da bunu hissettim. Üstat adı verilen karakterde ise, Bulgakov'un hayatından esintiler olduğunu anlıyorsunuz. Yazarlar, genellikle kitaplarının her birinde bir karakterin ardına gizlenir oradan bizlere seslenirler. Burada da Bulgakov'un Üstat'ın kılığına girmiş olduğunu düşünüyorum. Kitaptaki fantastik öğeler için şunu söyleyebilirim ki, rus edebiyatında ilk defa karşılaştığım bir tarzdı. Fantastik kitapların tutkunu bir insan olduğum için bu kitabı okumak bir hayli zevkliydi. Tek eleştirim diğer Rus yazarlarının kitaplarında olduğu gibi isimlerin çokluğu ve uzunluğu idi:) Buna benzer bir durum Güney Amerika edebiyatında da var. İnsanın okurken kafası karışıyor. Buna ragmen kurgusu ve dili mükemmel olan kitabı okumanızı öneririm. Everest yayınlarından çıkan kitabı alırsanız hem maddi açıdan hem de manevi açıdan sizin için daha güzel olacağına garanti ederim.:)

Küçük Kara Balık / Samed Behrengi


Merhabalar, bu aralar birçok yerde bu küçük masal kitabına rastlıyorum. Geçenlerde nette İknur Özdemir'in çevirmiş olduğu kitapları inceliyordum. İknur Özdemir bildiğiniz üzere muhteşem bir çevirmendir ve Onun çevirdiği kitapları okumanın hazzı farklıdır. Çevirmiş olduğu kitaplar arasında Samed Behrengi'nin Küçük Kara Balık adlı kitabı da bulunmaktaydı. Geçen ay bu kitabı sipariş ettim ve yarım saat içinde okudum. Çok sevdim. Evet aslında bu bir masal kitabı ama içinde verdiği mesajlar çok güzeldi. Çocuk masallarının esas amacı zaten bu değil midir? Geleceğe dair çocukların doğru kararlar almasında yol gösterir. Çocukken bu kitabı neden okumamışım anlamadım:) Dünya klasiklerinin küçük versiyonlarını okurken bunu da araya sıkıştırabilirmişim. Sevgili arkadaşım sezen küçükken yazarın kitaplarını okuyan sanslı kişilerden biri. Hemen hemen bütün kitapları mevcut:) 

Kitabın konusuna gelince, küçük bir derede yaşayan küçük kara balık, diğer balıklardan farklı olarak denizlerde yaşamak istemekte ve bu düşüncesi nedeniyle diğer balıklar tarafından dışlanmaktadır. Diğer balıkların anneleri, çocuklarını düşünceleriyle zehirleyeceklerinden korktuklarından dolayı küçük kara balıkla konuşmalarını istemezler. Fakat Küçük kara balık her şeyi göze alarak yollara düşer. İnandığı yolda yürümekten vazgeçmez. Geride annesi ve arkadaşlarını bırakmıştır. Ama O, Onlardan farklı düşünmekte ve yılmadan bu istediğini yerine getirmek istemektedir.Yolda başına bir sürü şey gelse bile yine de yılmaz. Çünkü o küçük bir derede ömrünü tüketmektense, denizlere, okyanuslara dökülmek ve orada yaşamak istemektedir. Yolda yeni canlılarla, balıklarla tanışır. Onlarda yaptığı şeyin hayal olduğunu ve yanlış yolda olduğunu ve bu sevdadan vazgeçmesini önerirler ama küçük bir balık bile olsa yine de yılmaz yoluna devam eder. Masalın sonu istediğim gibi bitmese de, şu küçücük masalda toplumdaki durumumuzu ne kadar benzediğini fark ettim. Diğerlerinden farklı düşünsek ya da farklı şeyler yapsak hemen eleştiri yagmuruna tutuluruz. Hevesimiz kaçar, çoğu zamanda vazgeçeriz. Aslında sindirilen bizler, kendi kararlarımız  ya da yaptıgımız işler yüzünden bazen toplumda dalga konusu olur ya da çocuk olmakla nitelendiriliz.  O ne der, bu ne der diyerek yaşadığımız şu hayatta, kendi isteklerimiz, planlarımız hep ikinci planda kalır. Sanırım dışlanmaktan korktuğumuz için. Elalem ne der? :)) Bence küçük kara balık gibi yapıp kim ne derse desin inandığımız işleri yapmaları, düşüncelerimizin peşinden gitmeliyiz. Aslında bu zamana kadar elalem ne der diye yaşamadım ama şu ne düşünür benim hakkımda diye dediğimde çok oldu itiraf ediyorum. İnsanlar zaten bizim hakkımızda konuşmak isterlerse mükemmel olmamız ya da hatasız kul olmamız bir şeyi ifade etmiyor. O yüzden Sting'in söylediği gibi;  Be yourself no matter what they say:)


10 Ağustos 2012 Cuma

Jose Saramago/ İsaya Göre İncil


Nobel ödüllü Portekizli yazar, Jose Saramago benim en sevdiğim yazarlardan biridir. Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdiye kadar okuduğum yazarlar arasında dili bu kadar ahenkli, akışkan ve sade anlatan başka bir yazarla daha karşılaşmadım. Bu tabi ki benim kendi görüşüm. Yazarla tanışmamı Lizbon'a Gece Treni adlı kitap vesile olmuştur. Adı geçen bu kitapta muhteşemdir. Bu aralar çok satanlar arasında yer almaktadır ve mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Bunun dışında Sevgili dostum Selmin ablanın evinde kitaplarından Görmek adlı kitabı karıştırma fırsatım oldu ve o an kitapla bütünleştim ve elimden bırakamadım desem yeridir. Sonra iki kitabını aldım okudum ve daha sonra ideefixe'in indiriminden yararlarlanarak 6 kitabını aldım. Son olarak da kırmızı kedinin indirimde olduğu bir dönemde üç kitabını aldım. Sanırım bu üçlü set halen indirimde. Bu kitaplardan biri İsa'ya göre İncil. Tarihle iç içe olmamdan dolayı İsa ile ilgili birkaç kitap okumuştum. Bu kitapla ilgili birçok yorum okudum ve kitabın sarsıcı ve ilginç olduğu yazılmaktaydı.

Kitabın konusu bilindiği üzere İsa'nın yaşamı. Bu kitabın diğerlerinden farkı ise, İsa'yı Yusuf'un oğlu olarak gösterilmesidir. Kitabın ilk başında Tanrı'nın oğlu olarak değil Marangoz Yusuf ile Meryem'in oğlu olarak gösteriliyor ama yine de bazı işaretlerle İsa'nın seçilmiş kişiler arasında olduğuna da vurgu yapıyor. Kitabın ilerleyen sayfalarında ise İsa'nın Tanrının oğlu ile ilgili kısmında detaylı olarak anlatsa da kitap daha çok İsa'nın doğumu, çocukluk yılları, gençlik dönemi yaşadığı buhranlar, sıkıntılar ve Mecdelli Meryem ile karşılaşmasından oluşuyor. Sonralarına doğru İsa'nın sonunu hazırlayan ve çarmıha gerilmesi de anlatılsa da bu konuyu daha az değinmesi  kitabı eleştirebileceğim yönlerinden biri. Çünkü Tarihte daha çok İsa'nın gençlik yılları ve çarmıha gerileceği döneme kadar olan süreçte Hristiyanlığın yayılma süreci havariler ve Onların yaşadıkları olaylara parmak basılırdı. İsa'nın mucizelerine de yer verilen kitapta sorgulayıcı alt yapısıyla sizi düşünmeye sevk etmiyor değil. Bu kitabı çok hızlı okudum. Sevdim de. Teoloji ile ilgileniyorsanız ya da tarihle, bu kitabı edebi zevk almak için okumanızı tavsiye ederim.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

The Help/ Duyguların Rengi



İki gün önce bir film izledim ve etkisi halen devam etmekte. Son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri The Help. 1960 'lı yılların Amerika'sında geçiyor. Amerikan'ın Mississippi Eyaletinde siyahlarla beyazlar arasındaki mücadeleyi sarsıcı bir şekilde yansıtıldığı filmde Emma Stone başrolde yer alıyor. Filmi izledikten sonra Faulkner'ın Agustos Işığı adlı kitabını okuma istediğim bir hayli arttı. Çünkü bu kitapta da siyahlarla beyazlar arasında mücadele anlatılmakta ve yanlış hatırlamıyorsam Mississippi Eyaletinde geçmekteydi. Tarih olarak bu filmden bir hayli geride tabiki:))

Filmin konusuna gelince, Mississippi Eyaletinde yaşayan aristokrat beyazlarla onlara hizmet eden siyahları konu alıyor. 1960'lı yıllar hakkında da bize bilgi veren filmde beyaz çocuklara bakan, onlarla duygusal bağ kuran siyahlar üzerinde duruyor. Toplumdan direk olmasa da dolaylı olarak dışlanan siyahların yaşadıkları olaylar gözler önüne seriliyor. Onlarla aynı sofraya oturmayan,  fazla konuşmayan, yardım istediklerinde el uzatmayan, hatta mikrop kapma düşüncesiyle aynı tuvaleti bile paylaşmayan beyazlarla, onların yanında yıllarca çalışıp, çocuklarını büyüten sevgi gösteren ama her  zaman tenlerinin renginden dolayı ikinci sınıf insan muamelesi gören siyahları anlatıyor. 
Skeeter adlı kararterde bir siyahi dadı tarafından büyütülmüş aristokrat bir aileye mensup bir beyaz. Fakat kendisi toplumdan dışlanan, aşağılanan siyahlardan yana bir tutum sergilediğini  onları desteklediğini filmin sonuna kadar görmekteyiz. Ayakta durmaya çalışan ve her nasıl olursa olsun mücadele eden kadınları da bu filmde görmekteyiz. Özellikle Minnie ile Aibileen adlı iki karaktere hayran kaldım.  Skeeter rolünde gördüğümüz Emma Stone'un oyunculuğu da bir hayli güzeldi. İzlediğim ilk filmiydi ama şahsen oyunculuğunu çok begendim. Gerçekten çok sarsıcı ve çok etkileyeci bir film. Daha fazla detay vermek istemiyorum. İzlemeniz dileğiyle. Sevgiler.

5 Ağustos 2012 Pazar

Okuduklarım, İzlediklerim ve Dinlediklerim:)

Merhabalar bu aralar okuduklarımı, izlediklerimi ve dinlediklerimi buraya yazmak istedim. Okuduklarım arasında Mihail Bulgakov'un Üstat ile Margarita adlı kitap bulunmakta. Bir sonraki yazı bu kitap üzerine olacak ama agustos ortası gibi yazmak istiyorum çünkü,  kitap klubunun agustos ayı kitabı olduğundan ve birçok arkadaşım  henüz  başlamadığından böyle bir karar aldım:) Kitabı 1 ay önceden seçince böyle bir durumla karşıya karşıya kaldım:) Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim okudugum en ilginç klasikler arasındaydı ve ben çok sevdim:) Onun dışında  kitaplarının kurgusunun yanı sıra diline hayran oldugum Jose Saramago'nun İsa'ye göre İncil'ini bitirmek üzereyim. Bu kitap da çok güzel, bir o kadar sarsıcı ve sıradışı olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanı sıra Oscar Nasıl Wilde Oldu? kitabını okuduktan sonra Charles Dickens hayranlığım arttı ve Büyük Umutlar'ı bir yandan okumaya başladım.

İzlediklerim arasında Edgar Allan Poe'nın esrarengiz ölümünü konu alan The Raven adlı film ile Beyazlarla siyahların arasındaki mücadeleyi konu alan The Help adlı filmi izledim ve bu filmi şiddetle tavsiye ederim. Etkisinden halen kurtulamadım diyebilirim. Muhteşem bir film. Bunun dışında İncir Reçeli adlı filmi de sonunda izleyebildim. Güzel bir filmdi.

Dinlediklerim arasında bu aralar Diana Krall, Leonard Cohen, Caro Emerald ve Ella Fitzgerald yer almakta. Evet bu aralar yoğun olarak jazz dinliyorum:) Herkese İyi pazarlar diliyorum. Serin günler geçirmemiz dileğiyle:9


21 Temmuz 2012 Cumartesi

Oscar Nasıl Wilde Oldu? Elliot Engel


Bu kitabı bu aralar bloglarda sıklıkla rastlamaktayım. Geçenlerde bir kitabevinde dolaşırken içini karıştırıp, bir sayfaya yakın okudum. Çok etkilendim. Yazarın anlatmış olduğu listedeki kişiler İngiliz Edebiyatı'nın miheng taşlarını oluşturan yazarlardan oluşmakta. Sıkı bir İngiliz Edebiyatı hayranı olarak listeye aldım ve İdefix şiparişim arasına bu kitabı da ekledim:). 
Kitapta kimler yok ki Jane Austen, Ernest Hemingway, Charles Dickens, Edgar Allan Poe, Oscar Wilde, Thomas Hardy, Charlotte ve Emily Bronte, W. Shakespeare, Mark Twain ve George Elliot bunlardan sadece birkaçı. Kitabı, diğer biyografi kitaplarından ayıran Prof. Engel'in eşsiz anlatımı ve yorumu. Engel'in de  söylemiş olduğu gibi bu kitap yazarlar hakkında birçok bilmediğimiz şeylere vurgu yapmakta, bunlar üzerinde durmaktadır. Aynı zamanda soran sorgulayan bir bakış açısına sahip olan Engel ,yazarlar ve yaşadıkları olaylarla ilgili de yorumlarına da yer vermektedir. Bu durum  doğal olarak kitaba ayrı bir hava katmış. Kitapta genel olarak 19 ve 20 yüzyıl yazarlarını okumaktayız. Özellikle de 19. yüzyıl yazarları daha ağır basmaktadır. Victoria Dönemi yazarlarını anlatırken bu döneme dair anekdotlara ayrıca yer veren yazar, dönemin katı kurallarını da kitap boyunca eleştirmektedir. Victoria Dönemi denilen bu dönem sanat, mimari, edebiyat gibi farklı dallarda etkisini göstermiş. Edebiyatta yahut şiirde açık seçik ögelerden uzak durulmasını şart koşmuş, buna uymayanların kitaplarını yayınlanmasına izin vermemiştir. Kadın yazarlar bu dönemde çok az. Ya da erkek ismiyle kitaplarını yayınlayan bulunmakta ki George Elliot buna örnek teşkil etmektedir. Aslında bu döneme damgasını vuran ve Viktoria Dönemi yazarları denildiğinde akla gelen 7 yazar var. Charles Dickens, Charlotte Bronte, Emily Bronte, Thomas Hardy, George Elliot, Antony Trollope ve W. Makepeace Thackeray. 

Charles Dickens
Bu kitaptan bu kadar etkilenmemin nedeni, yazarların bilinmeyen öykülerinin yanı sıra yazar olma süreçlerini anlatması. İngiliz yazarlarının birçoğu aslında bulunduğu sefaletten kurtulmak, para kazanmak için kitap yazdıklarını ve bu şekilde yazar olduklarını görmekteyiz. Kitaplarının esin kaynakları da yaşadıkları tecrübeler bulundukları ortam. Örneğin Edgar Allan Poe'nun öykülerini çok severim ama yer yer korku ögeleri ağırlıktadır. Bunun nedeninin aslında EdgarAllan Poe'nun yaşadığı acılar, görmüş olduğu ölümler ve gitmiş olduğu rahip okulunda yaşamış olduğu olaylar silsilesinden oluştuğunu bu kitap sayesinde öğrendim. Bunun yanı sıra Dickens'ın fakir olduğunu ve bunun için küçük yaşlardan itibaren çalışmış olduğunu biliyordum. Fakat paper back'i kendisinin bulduğunu bilmiyordum. O dönemler kitap kapakları tahtadan yapıldığından kitapların fiyatları yüksek olduğu bilinmektedir. Dickens ise, birçok kesime ulaşsın ve maliyeti düşürmek adına karton kapak uygulamasını getirmiştir. Bu arada Dickens'ın Amerika'da bulunduğu sıralarda gözlemlerini bir nevi aktarmış olduğu ve en uzun kitaplarından biri olan Martin Chuzzlewit adlı romanını da okumak isteği içimde canlandı. Bir boş vaktimde oturup okumak isterim. Engel, Dickens'ın edebiyatçılığı ile ilgili derse başlamadan önce öğrencilerine Dickens en uzun romanlarından biri olan Martin Chuzzlewit'i okumaları için verirmiş. Sanırım Lise çağındaki öğrenciler için işkence tarzı bir şey olsa gerek:)

E. Hemingway
Amerikan Edebiyatı yazarlarına baktığımızda Ernest Hemingway ve Mark Twain başta gelmektedir. Özellikle Amerikalılar Mark Twain'i yere göğe koyamazlar. Bunların arasından benim favorim Faulkner ve Steinbeck olsa da kitapta bu ikisine yer verilmemiş. 20. yüzyıl Amerikan Edebiyatı denilince akla 4 isim gelmektedir. Bunlar Ernest Hemingway, Scott Fitzgerald, John Steinbeck ve W. Faulkner. Bu kitapta bu konuya yer vermiştir. Halen üniversitelerde ve kolejlerde bu 4 yazar önemli bir yere sahiptir. Bunlar arasında kitapları filmlere konu olan Ernest Hemingway'in de benim için ayrı bir yeri vardır. Hemingway ayrıca sinemadan para kazanan ilk edebiyatçılardan biri oldugunu yine bu kitap sayesinde ögrendim:). Hemingway benim için tabiri caizse delikanlı yazardır. Dili sade ve açıktır. Genellikle erkeklerin agırlıkta oldugu kitapları bulunmaktadır. Scott Fitzgerald'ın yakın arkadaşı olan Hemingway'in kaprisli ve egoları yüksek bir insan olduğu bilinmektedir. Eleştiriyi sevmediği ve bu konuda çok çabuk tepki gösterdiği ve yazarlık konusunda kıskanç bir mizaha sahip olduğunu yine bu kitap sayesinde ögrendim. Hatta Fitzgerald'ın yüreklendirmesi ve desteğiyle edebiyat dünyasına adım atan yazarın, bu konuda arkadaşına karşı ilerleyen zamanlarda nankör bir tutum sergilendiğini okuyunca şaşırdım. Yazarların egolarının yüksek olduğunu birçoğumuz bilir, ama diğer yazarları okurken bunlara çok rastlamazken; Engel'in Hemingway ile ilgili bölümde bu duruma yogun bir şekilde eğilmesi Hemingway konusundaki düşüncelerimi biraz değiştirdi. Kısacası okurken elimden bırakmak istemediğim bu kitabı herkesin okumasını tavsiye ederim. Yazarların değişik yönlerini öğrenmenin yanı sıra okumadıgınız kitaplarını da okumak için not alabileceğiniz güzel bir kitap. Herkese şimdiden iyi okumalar


15 Temmuz 2012 Pazar

İstanbul'da sıcaklarla uğraşmak, kitap okuyabilmek


Merhabalar, bu yaz İstanbul sınırları içerisindeyim. Kazıya gitmiyorum şimdilik eylülde bir projem var ama o da kesinlik kazanmadı. İstanbulda günlerim sıcaklarla boğuşarak, kitap okuyarak, makale yazarak ve uyuyarak geçmekte. Yaz için okuyacağım kitaplarımı sıralasam da bu aralar kitap klubu için okuduğumuz Italo Svevo'nun Zeno'nun Bilinci isimli kitapla, Bulgakov'un Üstat ile Margarita adlı kitabını okumaktayım. Zeno'nun Bilinci üzerine arkadaşlarla az da olsa konuştuk. Ekipte bu kitabı begenen çok az kişi var. Kitap bitmeden yorumlarımı yazmak istemiyorum ama en azından kitabın akıcı bir dili var da hızlı okuyabiliyoruz. Üstat ile Margarita'ya ise, yeni başladım. Enterasan bir kitaba benziyor. Kitabın ilk sayfasında herkesin okuyunca farklı bir tad alacağını ve bu kitabı bitirdikten sonra hiçbir şeyin aynı olmayacağını söylüyor. İddialı bir çıkış yapmak isteyen bu kitabı ancak okuduktan sonra anlayacağız. Bakalım biz de ne gibi değişiklikler olacak.Aslında bu tarz sloganları sevmiyorum. Kitap okumak tabiki insanı değiştirir, düşünce yapısına bir şeyler katar, geliştirir ama bir kitap okuyunca da insanın değişeceğine ben açıkcası pek inanmıyorum bu hemen olacak bir şey değil, süreç içinde gelişecek ve olacak bir durum. Haydi hayırlısı bakalım ne olacak. Bugun afrika sıcaklarına maruz kalıyoruz, sonbahar bir an önce gellll demek istiyorum.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Caro Emerald



Merhabalar, İstanbul'da Caz Festivali başladı biliyorsunuz. Bu yıl ben de bu organizasyon kapsamında gerçekleşen çok sevdiğim Caro Emerald'ın konserine katıldım. Kadının sesine ve şarkılarına bayılıyorum. Jazz'ın hemen hemen her türünü seven bir Jazz tutkunu olarak, Caro Emerald'ın konserine iki arkadaşımla birlikte katıldım. Bu gecede Caro güzel sesiyle bizleri mest etti. Yeni şarkısını da bizlerle buluşturan Caro, jazz dünyasında ünlendiği şarkısı Back it up şarkısını da seslendirdi. Genellikle kendi şarkılarını seslendirdiği gecede 10 yakın şarkı söyledi. Konser 21.00'da başlayıp 22.40 gibi bitti. Ben daha uzun olmasını tercih etmiş olsam da kısa sürmesi biraz kötü oldu. Bizler kendisine doyamadan sahneden indi. Amsterdam'lı olan şarkıcı duruşu, dansı, giyinişi ve tavırlarıyla İspanyol kızını temsil ediyor gibiydi. Hayatını çok fazla araştırmasam da Caro'nun bir yerden İspanya ile bağı olduğunu düşünmekteyim. Sesinin tınısı, enerjisi ve şarkılarındaki ritmi bizlere geçiren Caro, Santralistanbulda biz jazz severlere unutulmaz bir gece yaşattı. İstanbul'u çok begendiğini ve sevdiğini dile getiren şarkıcı, İstanbul'a ilk kez geldiğini de belirtti. Seneye olacak olan Jazz Festivaline umarım yine gelir ve biz yine gideriz. 



28 Haziran 2012 Perşembe

Yeni Kitaplara Başlamak

Merhabalar, yeni bir kitaba başlamak hatta kitaplara başlamak demek daha dogru olur. Bunun hazzını yaşamak benim için en güzel duygulardan biri. Elimde okuyacağım o kadar kitap var ki, hangisinden başlayayım bir türlü karar veremedim. İki tanesinde karar kıldım hatta başladım. Üçüncüsü konusunda karar veremedim. Ben genellikle 3 kitabı bir arada okuduğum için, tek kitap beni kesmiyor. Birinci kitap Strakis Tsirkas'ın üçleme serisinden birincisi olan Kudüs adlı kitap, ikincisi Thomas Hardy'in Çılgın Kalabaklıktan Uzak, bu kitabın ismine bayılıyorum, aslında şu an ki ruh halimi en iyi yansıtan kitaplardan. Ben de alıp başımı gitsem, herkesten her şeyden uzağa..... Üçüncü kitap konusunda ise kararsız kaldım. Charles Dickens'ın Wilkie Collins'ten etkilenerek yazıp sonunu getiremediği kitabı Edward Drood'un Gizemi ile Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı adlı kitabı arasında kaldım:) Sizin öneriniz hangisi:)

23 Haziran 2012 Cumartesi

J. M. Coetzee/ Utanç

Güney Afrikalı yazar Coetzee'nin Utanç adlı kitabı bu yıl en çok okumak istediğim kitaplar arasında yer almaktaydı. Kitap klubumuzde geçtiğimiz aylarda Güney Afrika ayında Coetzee'nin herhangi bir kitabını okumayı talep etmiştim. Fakat başka bir yazarın kitabını seçtik ve okuduk. Seçtiğimiz kitabın kötü çıkması sonucunda Coetzee'ye olan ilgim daha da arttı. 

Güney Afrika edebiyatı  yazarları arasında Coetzee, Nadine Gordimer, Dorris Lessing gibi yazarlar önemli bir yer tutmaktadır.  Bu yazarlar Güney Afrikanın sorunlarına yer vererek oranın kültürünü, halkını ve yaşam biçimi hakkında bize bilgiler vermektedirler. Şunu biliyoruz ki her ülkenin edebiyatı kendi içinde farklı kültürleri barındırmaktadır. Aslında edebiyatı bu yuzden seviyorum. Özellikle romanlar ülkelerin kültürlerini yansıtmak konusunda en önemli yapı taşlarından biri. Şehirlerin arka sokaklarında dolaşmak, bir döneme tanıklık etmek, yaşanan sorunları görebilmek,sosyal olgulara parmak basabilmek, eleştirebilmek, düşünebilmek, tartışabilmek bunların hepsini roman kavramı içerisinde bulmak mümkün. Bu kitapta da Güney Afrika'da yaşayan beyazlar ile siyahların yaşam biçimleri gözler önüne serilmektedir.

Kitabın konusu Cape Town'da hayatını sürdüren, Üniversite'de hoca olan David Lurie'nin öğrecisiyle yaşamış olduğu cinsel ilişkiden sonra gelişen bir dizi olaylar zincirinden oluşmaktadır. Kızı yaşında olan olan öğrencisiyle yaşamış olduğu ilişkinin ortaya çıkması ve Üniversite tarafından kendisine açılan soruşturma sonucunda okuldan ayrılan Lurie kentten bir nevi kaçarak, kızı Lucy'nin bulunduğu köye gitmeye karar verir. Burada her şeyden uzakta  hayatı ile ilgili kararlar alacakken kendini bir dizi olayın içinde bulur. Öğrencisi Melanie ile yaşadığı ilişkiden pişmanlık duymayan David, kızının başına gelen hadiselerden sonra utanç duymaya başlar. Melanie ile yaşadıgı şeyin sadece kendi arzuları sonucunda yaşanmış olduğunu, kızın aslında sadece kendisi istediği diye birlikte oldugunu ve ona teslim olduğunu kabul eder. Kızının başına gelen üzücü hadiseden sonra bir baba olarak olaylara bakan David, kendi utançını ve kızının utancını içinde hisseder ve bu utanç aslında onu çaresiz bırakır. Siyahlar ile beyazlar arasında mücadeleye ve toplumun yapısına da parmak basan yazar, bu durumu içten içe eleştirmekten de geri kalmaz. Yazarın dili konusunda ise şunu söyleyebilirim. Gerçekten çok sade ve edebi açıdan zevk alacağız bir anlatım dili var. Çeviri konusunda da sevgili İknur Özdemir'i de tebrik etmek lazım. Kitabın başlarını okuduğunuzda cinsellik üzerine yazılmış bir kitap izlenimi verse de asıl kırılma noktası David'in okuldan ayrılıp, kızı Lucy'nin yanına gitmesinden sonra başlamaktadır. Ayrıca İngiliz Şair Lord Byron'un hayatına dair izlerin olması da kitaba ayrı bir tat vermektedir.

21 Haziran 2012 Perşembe

Aşktan ve Gölgeden /Isabel Allende


Merhabalar, bu ay kitap klubumuz Isabel Allende'nin Aşk ve Gölgeden adlı kitabını tartışmak için bir araya geldi. Bu kitap aslında benimde kitap klubune yeniden dönüş yaptıgım kitaptı. Tezimden dolayı son üç ay düzenli katılamıyordum. Dönüşümün bu kitapla olmasına çok mutlu oldum. Önceden hiç Allende okumamıştım ama çok istiyordum. Bu da benim için bulunmaz bir fırsat oldu. Benim için Güney Amerika edebiyatı, İngiliz Edebiyatından sonra ikinci sırada gelmektedir. Ekipteki arkadaşlarla birlikte Güney Amerika'nın büyük isimleri arasından Allende'yi oyladık. Borges'i  ve Marquez'i biraz harcadık ama olsun. Eminim ki ekiptekiler bu yaz Allende'nin bir kitabını daha okuyacaklardır.

Kitabın konusuna gelince, Şili'nin siyasal ortamı içinde filizlenen bir aşkın hikayesi aslında. Gazeteci bir kızla, ona yardımcı olan fotografçı çocugun birbirlerine duydukları aşkın anlatıldığı kitapta arka planda Şili'deki askeri baskının gerçekleri tüm çıplaklığı ile bizlere sunuluyor. Pinochet'in uyguladığı askeri diktanın toplum üzerinde etkisi karşısında yer yer sinirlenip yer yerde üzüldüğünüz anlar olmadı değil. Allende'nin dilinin güzelliği kitabı elinize aldığınız ilk andan itibaren kendine çekiyor. Kitabın kurgusu olsun, konusu olsun her şey sağlam temeller üzerine atılmış. Karakter analizlerini çok doğru bir şekilde yapan yazar, karakterler arasındaki geçişlerini okuyucuyu sıkmaktan kaygan bir zemin şeklinde sunuyor. Birbirinden farklı karakterleri bir araya getiren yazar her karakterinde sosyal bir olguyu, dönemin acılarını gözler önüne sunarken, kişiler üzerinden Pinochet Devrimini de isim vermeden eleştirmekten geri durmuyor. Okumanızı tavsiye eder, Yılın bu en uzun gününde kitapsız kalmamanızı temenni ederim.


Bellanomisma

11 Haziran 2012 Pazartesi

Kitap Klubümüzün Yeni Döneminde yaptığımız Yenilikler.



Merhabalar, iki yıl önce kurduğumuz kitap klubümüz yeni üyeleri ve yenilikleriyle tam gaz devam ediyor. Aslında 6 kişi olarak başladık. Sonra 4 kişi kaldık. Bu sene ise sayımız 9 kişiye çıktı:) Artması dileğiyle. Geçen sene düzenli olarak toplanamıyorduk. Hep bir aksilik oluyordu. Fakat bu sene hemen hemen her ay bir araya geliyoruz. Okuduğumuz kitabı tartışıyoruz. Bizimle bu konuda dalga geçenler çok oldu. Hatta bazıları oturup kitabı aynı mekanda yan yana okudugumuzu düşünmüşler.  Bazılarına çok saçma geldi. Amacımız her ay ortak bir kitap belirleyip okumak, sonra bir araya gelip tartışmak. Gruptaki herkes farklı mesleklerden gelmekte, mühendis, doktor, arkeolog, iktisatçı, öğretmen, mimar. Hepimizin ortak noktası edebiyat:) Okuma kriterlerimizin arasında edebiyatı  derinlemesine hissettiğimiz  her kitabı okumak gelmekte, Yeter ki popüler ya da çok satan olmasın:) Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Bu yıl herkes kendine bir ülke seçti. Benim ülkem İngiltereydi ve Virginia Woolf okuduk. Mesela bu ay İtalya ayındayız. Geçen ay Güney Amerikaydı. Ülkeyi alan kişi önde gelen romancıları ve kitapları bize sunuyor ve oy birliği ile kitabımızı seçiyoruz. Seneye için farklı bir uygulamaya geçtik. Bu sene sadece 1 tane türk yazar okuyabildik:) Eylül ayında olacak olan yeni sezonumuzu türk yazarla açacağız. Yine herkes kendine bir ay seçecek. Okunmayan  kenarda köşede kalmış ya da okunması gereken türk yazarların kitaplarını okuyacağız. Kendi dilimizin keyfine varmak istediğimiz bu yeni sezonda bakalım bizi ne süprizler bekliyor olacak. Sizin bu konuda bize önerebileceğiniz kitaplar var mı? Eski yeni fark etmez. Biz ne olsa okuyacağız.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Sultanı Öldürmek - Ahmet Ümit



Merhabalar, sonunda bu kitabı bitirebildim. İlk çıktığı zaman aldım, sanırım Nisan ortalarıydı. Fakat o tarihler tezimin en yogun ve hatta çalışmama nokta koyacağım döneme denk geliyordu. O yüzden otobüste, trende, vapurda hatta dışarda yürürken okuyordum:)) hatta birkaç kez düşme tehlikesi geçirdim:) Tez biter bitmez kaldığım yerden yeniden başladım:) Ahmet Ümit'in kitaplarını çok severim. Agatha Christie romanlarının meşhur dedektifi Hercule Poirot, Ahmet Ümit'in kitaplarında Nevzat Başkomiser'e denk gelir:) Yine muhteşem üçlü Nevzat Komiser, Ali ve Zeynep'i bu kitapta da görmekteyiz. Ama bu sefer bu üçlü biraz arka planda yer almakta. Kitabın sonunu biraz farklı bekliyordum. Biraz şaşırdım desem yeridir. Hatta biraz sönük gibi geldi ama genel olarak kitabı çok begendim. Bir Arkeolog ve Eskiçağ Tarihçisi olarak  şunu söyleyebilirim ki polisiye ve popüler tarih kitaplarında rastlanmayan bir özelliği sahip kitap. O da sorgulamaya dayalı bir tarih bilinci:) Aslında okuyan herkese de yazar bunu göstermeye çalışıyor. Sorgulamak. Tarihi sorgulamak, sorular sormak ve araştırmak. Şu sözü çok severim biraz klişe olacak ama "geçmişini bilmeyen, geleceğine de bakamaz". Tarih aslında meraktır, araştırmaktır ve sorgulamaktır. Belgelerle olanı yorumlayabilmek ve düşünmektedir. Aslında bu kitapta Ahmet Ümit bir tarihçi gibi araştırma yapıyor, dedektif gibi iz sürüyor. Dünya Tarihine damga vurmuş bir sultan olan Fatih Sultan Mehmet'i anlatması da bir o kadar güzel. Yaşadığımız bu toprakların tarihini bilmeyen o kadar insan var ki, en azından bu tarz kitaplarla insanlar tarihimizi ögreniyor. Bu konuda açıkcası çok mutluyum.

Kitabın konusu Fatih Sultan Mehmet'in 12 yaşında tahta çıkışı, sonra indirilişi ve ikinci kez tahta çıkışı ve  İstanbul'un fethine kadar süre gelen olaylar zinciridir. Tabi yazarın her kitabında oldugu gibi bir cinayet ve bunu çözmeye çalışan Başkomiser Nevzat ve arkadaşları var. Kitabta Fatih Sultan Mehmet'in ölüm nedeniyle ilgili sorular sorulmaktadır. Eceliyle mi öldü? yoksa zehirlenerek mi? Sanırım her imparatorlukta kralların, hünkarların başına gelen bir durum. Entrikalar, zehirlenmeler tabi bu tam olarak bilinmiyor. Çünkü bununla ilgili elimizde bir kanıt bulunmamakta. Bu kitabı okurken fetihle ilgili bayaga bilgim oldu. Aslında bize anlatılanlardan ne kadar farklı oldugunu gördüm. Ulubatlı Hasan adlı bir karakter olmadıgını ve Fatih Sultan Mehmet'in babasına yazdığı söylenen şu unlu mektubun aslında olmadıgını ögrendim. 12 yaşında tahtı için mücadele eden güçlü bir hünkarın oldugunu gördüm. Kitapla ilgili daha fazla detay vermek istemiyorum. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar. Sevgilerrr

31 Mayıs 2012 Perşembe

Ben de Mim'lendim:)


Merhabalar, izlediğim iki blog yeni bir mim uygulamışlar. baykusgozuyle.blogspot.com ve leylakdali.blogspot.com benim de çok hoşuma gitti ve ben de uygulayayım dedim. Kitaplığımın her yeri kitaplarla dolu olduğu için 29 numaralı kitabı bulmak biraz zor oldu:) Kitaplığımın her tarafı önüm arkam, sağım, solum saklanmayan ebe durumunda oldugundan biraz uğraşmak durumunda kaldım:) Kitaplığımın üst rafı Dünya Klasiklerinden oluştuğundan, 29 numaralı kitap benim en sevdiğim yazarlardan biri olan Jane Austen'ın Umut Parkı adlı romanı oldu. Bu kitabı Üniversite birinci sınıf ögrencisiyken okumuştum. Hatta tam olarak ne zaman okuduğumu da biliyorum. Mayıs'ın son haftasıydı. Hocalarımız 1 haftalığına sempozyuma gitmişti ve 1 hafta ders yapmamıştık:) Bu arada ben de bol bol kitap okumuştum:) Birinci sınıftayken İngiliz Edebiyatına ait birçok dünya klasiği okumuştum. Bazılarında içim şişmiş olsa da yine de severim İngiliz Edebiyatını. Beni tanıyan herkes bu yönümü bilir:) Evet gelelim kitabın künyesine
  
                                                                Jane Austen

                                                   Umut Parkı (Mansfield Park)
                        
                                                           Engin Yayıncılık

                                                            İstanbul 1998

                                                               445 sayfa




 "Otuz yıl kadar önce Huntington'lu Miss Maria Ward, yalnızca yedi bin İngiliz lirası ağırlığı olduğu halde başına talih kuşu konmasıyla, Northampton Eyaletinden, Mansfield Park malikanesinin sahibi Sir Thomas Bertram'ı kendine aşık etti ve böylece bir baronet karısı konumuna yükselerek görkemli bir konak ve bol gelir sahibi olmanın tüm nimetlerine kondu. Bütün Huntington bu kısmet'in parlıklığının söylentisiyle çalkalandı ve gelinin avukat olan kendi dayısı bile yeğeninin ağırlığının, böyle bir evliğiği hak edebilecek miktardan en az üç bin pound noksan olduğunu kendi ağızıyla belirtti...."

Bu mim sayesinde yıllar önce okumuş oldugum bu kitaba geri döndüm. Eski anılarımın canlanmasına da neden oldu. Bu kitabı okurken çok zevk almıştım. Jane Austen'ın diğer kitaplarında oldugu gibi karakterlerin başına gelen kötu seyler, kitabın sonunda mutlu sona ererek güzel bir şekilde bitmektedir. Fanny'ın başına gelenler, yetimliği, yaşamış olduğu aile ve büyük aşkı:) 

Gelelim Mim'e, Kitaplığınızın en üst rafına gidip soldan itibaren kaç yaşındaysanız yaşınıza gelinceye kadar sayın. Yaşınıza denk gelen kitabı bulun, künyesini ve ilk paragrafı yazın:) ve fotosunu koyun. İyi eglenceler.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Anka Kuşu Misali; Küllerimden Yeniden Doğdum:)

Merhabalar,
Geçen hafta tez jürim vardı. Savunmama katılan üç hocadan da olumlu eleştiriler alarak mezun oldum ve yüksek lisansa noktayı koydum:) Yoğun bir çalışma dönemini ardında bırakmanın şaşkınlığı ve boşluğu içerisindeyim bu aralar. Kıştan beri aldığım ve bir türlü okuyamadığım kitapları sıraya koyup okumaya başladım. Bunlardan bir tanesi Ahmet Ümit'in son kitabı, diğeri ise, Isabel Allende'nin  Aşktan ve Gölgeden adlı kitabı. Diğerlerini de sıraya koydum. Tek tek onları da okuyacağım. Bunlar bittikten sonra burada yayınlayacağım. Geri dönmenin mutluluğu ile herkese sevgiler:)

6 Mart 2012 Salı

Tezden Sonra Yapılacakların Listesi

Merhabalar, bu aralar tezden dolayı çok bunaldım. Neredeyse 1 yıldır aynı şeyi söylüyorum ama artık yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. Kısa bir süre sonra tezim bitiyor. Bu aralar ne kitap ne de başka bir şey okuyorum. Bu nedenle bende bir liste yaptım. Neler okuyacağıma dair:) Listemde kimler yok ki:) Yazı dopdolu edebiyat ve film ile geçirmeyi planlıyorum. Listem şöyle:

J.D.Salinger: Çavdar Tarlasında Çocuklar
W. Faulkner Ağustos Işığı
C. Dickens Edward Drood'un Gizemi
R. Gary Onca yoksulluk varken
I. Ehrenburg Paris Düşerken
J. Saramago Körlük ve Görmek
H. Murakami İmkansızın Şarkısı
U. Eco Prag Mezarlığı
J. Fowles Koleksiyoncu
V. Woolf Deniz Feneri
N. Mahfuz Midak Sokağı
M.V. Llosa Kelt Rüyası
O. Pamuk Cevdet Bey ve Oğulları
J. Fowles Büyücü

Şimdilik bu kadar:)

26 Şubat 2012 Pazar

Beyazlı Kadın/ Wilkie Collins


Merhaba, Wilkie Collins'in yazmış olduğu Beyazlı Kadın, polisiye-roman türünün ilk örneğini oluşturmaktadır. Yazarın diğer kitabı olan Ay taşı adlı roman, Beyazlı Kadın gibi çok sevilmiş ve yazara ün kazandırmıştır.Yazar ingiliz, dönem 18-19 yy olunca kitabı direk aldım ve okumaya başladım. Bu kitapla tanışmamı sağlayan Sevgili Selmin Abla'ya bir kere daha tesekkürler. Can Yayınlarının klasik dizisi altında çıkan Beyazlı Kadın adlı roman, şu an  bütün kitapçılarda bulabilirsiniz. Kitabı alalı neredeyse 4 ay oluyor ve ben 4 aydır bu kitabı okuyorum. Bunun nedeni, kitabın bitmesine kıyamamam. Akşamları yatmadan ve sabahları ise kalktığımda okuduğum ilk kitapların başında gelmektedir. 

Kitabın konusuna gelince, Mr. Fairle adında zengin, aristokrat bir adamın kızı olan ve  Limmeridge Malikanesinde ablası Miss Halcombe ve amcası Mr. Frederick Fairle ile yaşayan Miss Laura Fairle'nın etrafında gelişen olaylardan oluşmaktadır. Beyazlı Kadın olarak adlandırılan Miss Anne Catrick ile inanılmaz benzeyen  Laura Fairle'nın arasında olan esrar perdesi kitap boyunca devam etmektedir. Laura Fairle'nin daha sonra Mr. Glyde adlında para avcısı, sert mizaçlı adamla olan evliliği ve Onun ardında gelişen olaylar, kitabın sonuna kadar sürmektedir. Fakat Laura sevdiği adam olan Mr. Hartright unutamamaktadır. Mr. Hartright, İngiltereye dönüşünden sonra perde arkasında dönen bütün oyunları tekrar gün yüzüne çıkartmaya başlamasıyla kitapta birçok gerçek yeniden aydınlanmaya başlar. İngiliz Edebiyatını seven herkesin bu kitabı mutlaka okumanızı öneririm.  İyi okumalar diler ve okuduktan sonra yorumlarınızı beklerim.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Mrs. Dalloway/Virginia Woolf- Saatler/ Michael Cunningham


Merhabalar, bu sefer size iki kitap tanıtacağım. Biri İngiliz Edebiyatı'nın mihenk taşlarından Virginia Woolf'un ünlü kitabı Mrs. Dallıway; diğeri ise çok ödüllü Amerikalı yazar Michael Cunningham'ın kitabı Saatler. Birinci kitabı kitap kulübü için okuduk. Diğerini de ben kendim özel olarak okudum. Mrs. Dalloway ilk başlarda okurken beni yordu, hatta bunaldığım yerleri oldu. Bu nedenle kitabı bir kenara bıraktım ve Saatler adlı kitabı okumaya başladım. Mrs. Dalloway'de bunalmamın sebebi daha önceden bilinçakışı yöntemiyle yazılmış bir kitap okumamamdan ileri gelmekteydi. Saatler'i okuduktan sonra kitaba geri döndüm ve bu sefer kitap daha zevkli, okunması kolay bir duruma geldi. Tabii ki kitapta değişen bir şey yoktu, değişen sadece bendim, benim bu yönteme ayak uydurmamdı:) İki kitabı bitirdikten sonra Virginia Woolf hakkında birkaç teze göz gezdirdim, hayat hikayesini okudum. Viktorya Dönemi'nde yaşamış fakat bu dönemi sevmeyen hatta yer yer eleştiren bir yazar olan Woolf'un, edebiyatla haşır neşir olmasını ailesine borçlu olduğunu görmekteyiz. Kızların üniversiteye gidemediği, evde eğitim gördüğü bir dönemde yaşamış olan Woolf'un babasının da edebiyat kökenli olması keza erkek kardeşlerinin de bu yolda ilerlemesi Woolf'un hayatında dönüm noktası olmuş. Eşi de yazar olan Woolf evlendikten sonra eşinin soyadıyla edebiyat dünyasına atılmış ve bu isimle ünlenmiştir.

Mrs. Dalloway adlı kitap 1920'li yıllarda İngiltere'de geçmektedir. Kitabın iki önemli karakterini Clarissa Dalloway ve Septimus Warren Smith oluşturmaktadır. Bu iki karakter aslında Virginia Woolf'un yansımalarını oluşturmaktadır. Özellikle Septimus, Virginia Woolf'un karakterini daha iyi yansıtmaktadır. Kitap aslında Clarissa Dalloway'in bir gününü anlatmaktadır. Fakat geçmişe sürekli geri gidilmektedir. Kitabın asıl ismini Saatler olarak düşünen yazar daha sonra Mrs. Dalloway olarak isimlendirmiştir. Kitapta Big Ben'in her çalışında bir karakterden diğerine geçiş yapılmaktadır. Kitabın finalini aslında sonradan değiştiren yazar ilk düşündüğü kişiye kıyamamış ve Mrs. Dalloway'in değil bir başka karakterin sonunu getirmiştir.


Saatler adlı kitap gerçekten almış olduğu üç ödülü de sonuna kadar hak etmektedir. Kitap üç karakterden oluşmaktadır. Biri Virginia Woolf, diğeri Mrs. Dalloway sonuncusu ise Mrs. Brown'dur. Üç kadının da birbirine baglı olduğu kavşakları, yazar o kadar saglam temeller üzerine kurmuş ki siz bazen geçişleri hissetmeyerek okuyorsunuz. Yazar, Mrs. Dalloway'i anlatırken gunumuze uyarlayarak anlatmış, ayrıca bazı karakterler üzerinde de oynamalara gitmiştir. Kitapta ayrıca Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway'i yazma süreci de anlatılmaktadır. İki kitabı  da okumanızı tavsiye ediyorum. Bundan sonra okuyacağım kitap ise Woof'un Deniz Feneri adlı kitabı:) Sevgiyle kalın.


Bellanomisma

28 Ocak 2012 Cumartesi

İzlediğim Diziler

Merhabalar, bu aralar tutkunu olduğum diziler var.
- Once upon a time
- Merlin
- Lost in Austen
- Ghost Whisperer
 Son yazdığım yeni bir dizi değil; fakat bu dizinin sonradan da olsa tutkunu oldum. İlk yazdığım dizi Once Upon A Time çok güzel bir dizi. Fanstastik bir dizi ama ben çok sevdim. Üç numaraları  dizi sadece 4 bölümden oluşuyor. Austen okuyanlar için çok cici bir dizi. Siz hangi dizileri izliyorsunuz?

15 Ocak 2012 Pazar

Kitap Klubumuz:) Göçmen Yıldız

Bu ay Fransa ayı için seçtiğimiz Göçmen Yıldız adlı kitabı konuşmak için biraraya geldik. Hava inanılmaz soğuktu ve bu da yetmezmiş gibi neredeyse yarım saat elektrikler kesildi. Kadıköy'un sessiz ve sakin mekanlarından biri olan Clock cafede resmen donduk :) Ama buna rağmen kitap dostlarıyla oturup edebiyattan, filmden, müzikten konuşmak çok güzeldi. Herkes mutlu mesut ayrıldı. Kitaba gelince Fransız yazar Le Clezio'nun Göçmen Yıldız adlı kitabıydı. Hiçbirimiz kitabı begenmedik. Konu ve üslup bakımından bize çok sıkıcı geldi. İkinci Dünya Savaşı ve ardında kalanlar tarzı şeyler okumaktan aslında bıkmışız. Usluba gelince betimlerin sıklıkla verildiği ve asıl konuya ulaşmamızın zor olduğu bir kitaptı. Herkesin söylediği bu kitabı okurken 3 kitap bitirdim demeleriydi. Biz bu kitabı begenmedik ama bu kitap üzerie doktora tezi yazmışlar:) Kitabın içindeki her ismin ve her bölümün bir simgesi bir sembolu varmış. En azından bunu ögrenmemiz de iyi oldu. Le Clezio Nobel ödüllü bir yazar. Aynı zamanda Fransa'nın en ünlü yazarlarından biri. Edebiyat üzerine eğitim almış. Hatta bu konuda doktora bile yapmış. O nedenle yazarı bir kitabıyla değerlendirmek istemediğimizden dolayı ilerleyen aylarda kendimiz Çöl adlı kitabını da okumayı düşünüyoruz. Herkese iyi okumalar.

12 Ocak 2012 Perşembe

Bu aralar okuduklarım:)

Kitap klubumuz için bu ay Fransız yazar Le Clezio'nun kitabını okuyoruz. Cumartesi bu kitabı konuşmak için biraraya geleceğiz. Ben halen kitabı bitiremedim. Çünkü kitap bir türlü beni kendisine çekemiyor. İçine giremiyorum. Her kitabın ruhu olduguna inanan ben, bu kitabın da henüz okumam için zamanı gelmediğini düşünmekteyim fakat  kitabı görevmişcesine de bitirmek zorundayım. Kitabın yorumunu daha sonra buraya yazacağım. Aslında bu sene kitap klubu için okuduğumuz üçüncü kitap ama ben hiçbirini sizinle paylaşmadım. En kısa zamanda telafi etmem lazım:) Bu kitabın dışında Virginia Woof'un Ms. Dalloway adlı kitabını okumaktayım. Woolf'un hikayeleri kolayca okunabilse de, romanlarını okumak açıkcası zor. Tüm dikkatinizi kitaba vermeniz gerekiyor. Başka bir şey düşünmenizi, dinlemenizi istemiyor.:) Bunun yanı sıra son olarak da Wilkie Collins'in Beyazlı Kadın adlı kitabını okumaya devam etmekteyim. Tezden ara verdiğim zaman hemen çikolata  ya da televizyon molası gibi kitabı okuyorum:) Bu aralar tatlıyla da başım dertte ama bu konuya hiççç girmek istemiyorum. Bu aralar siz neler okuyorsunuz?